İki fotoğrafta Türkiye’de hukuk

Onca baskın yapıldı.
Onca insan apar topar evlerinden alındı.
Onca insan sorgulanıp, yargılandı.
Onca insan cezalandırıldı.
Onca yürüyüş yapıldı.
Velhasıl onca şey yapıldı ama dönüp dolaşıp aynı yere geldik sonunda.

Ben “barış” istemiyorum kardeşim, her gün savaş olsun, her gün onlarca insan “ölsün” diyen kaç kişi vardır aramızda?
Eğer “akıl” denen şeyi taşıyorsa neredeyse “hiç” yoktur.
Öyle olmasına öyledir de, barış denen şey de içi dolu turşucuk mudur?
Değildir.

Ölüm olmasın, analar ağlamasın kelimelerini arka arkaya getirdiğinizde ne güzel görünür değil mi?
Kim ister anaların babaların ağlamasını?
Hiç birimiz…

Zorlu, şaşırtmacalı, kandırmacalı bir süreçten geçiyor ülkemiz.
Hangi iz kime ait tam seçemiyoruz.
Geçenlerde belediye otobüsü ile gidiyorum.
Oturduğum koltuğun hemen önünde dört orta yaşlı bayan karşılıklı oturmuş, belli ki bir ziyarete gidiyorlar.
Eşrefpaşa’ya geldiğimizde yolun karşıdan karşıya ve yol boyundaki binaların balkonlarında boydan boya bayrak asılı olduğunu gördüm.
“Allah Allah bayram mı var acaba?” diye düşünürken, önümdeki sırada oturan bayanlardan biri yanındakine eğilerek benim de merak ettiğim soruyu sordu:
“Bu bayraklar neden asılmış?”
Diğer kadın biraz sustu.
Aynı soru yeniden gelince, “Sonra anlatırım” dedi.
Bir durak gitmemiştik ki soru yinelenince bu kez yanıtı beni bile şaşırttı.
“Hani bu hükümet askerleri içeri tıkıyor, teröristleri de salıyor ya, işte ona tepki gösteriyorlar…”

Uzun zamandır duymadığım bir önermeydi bu.
Sessizliğe alışmıştım, tepkisizliği görmüştüm ama böyle bir tespiti gerçekten uzun zamandır görmemiştim.
Garip bir sevinç ve umut kapladı içimi.
Acaba dedim kendi kendime, “toplum yaşananların farkına mı varıyor, yoksa farkındaydı da sessizliğini mi bozuyor?”
Belki de hiç biri…Yandaki fotoğrafa iyi bakın.
Barışa gidilecek denilen yolda Diyarbakır’da çekilmiş bir resim.
Aslında bu resmin benzerleri İstanbul’da, İzmir’de ve yurdun daha başka pek çok yerinde vardı.
Ancak ne hikmetse televizyon kameraları, fotoğraf makineleri görmedi.
Belki de gördü ama görmek istemedi.
Bu manzaraları görmenin barış karşıtlığı olduğu düşünüldü.

Onca bilim insanını, öğrenciyi, öğretmeni, avukatı, askeri ve bürokratı “şıp” diye terörist ilan edebilen devlet, her ne hikmetse bu görüntüler karşısında “duyarsız” kesildi.
Oysa bütün bu operasyonlar yapılırken, davalar açılırken dayanılan tek gerekçe “hukuk” idi, “kanun” idi.

“Hukuk karşısında herkes eşittir…”
Böyle denince akan sular duruyordu…

6 Ekim 1983 tarihinde kabul edilen 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu’nun 23. Maddesi aynen şöyle der:
“…. Yasadışı örgüt ve topluluklara ait amblem ve işaret taşınarak veya bu işaret ve amblemleri üzerinde bulunduran üniformayı andırır giysiler giyilerek veya kimliklerini gizlemek amacıyla yüzlerini tamamen veya kısmen bez vesair unsurlarla örterek toplantı ve gösteri yürüyüşlerine katılma ve kanunların suç saydığı nitelik taşıyan afiş, pankart, döviz, resim, levha, araç ve gereçler taşınarak veya bu nitelikte sloganlar söylenerek veya ses cihazları ile yayınlanarak, yapılan toplantılar veya gösteri yürüyüşleri kanuna aykırı sayılır.”
Ayını kanunun 28 maddesi de; “Kanuna aykırı toplantı veya gösteri yürüyüşleri düzenleyen veya yönetenlerle bunların hareketlerine katılanlar, fiil daha ağır bir cezayı gerektiren ayrı bir suç teşkil etmediği takdirde bir yıl altı aydan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır” der.

Şimdi size başka bir fotoğraf daha göstereyim.
Bu fotoğraftakiler de üniversitelerde eksik- paralı öğretimi, kötü yemeği, bilim dışı eğitimi protesto eden gençler.
Karşılarına dikilen özel güvenlik ya da polisin gaz sıkmak, coplamak ve gözaltına almak için “dayandığı” kanun da işte bu 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu’dur.
Şimdi iki fotoğrafa bir kez daha bakın.
Birbirlerinden ayrı ne görüyorsunuz?
Kanunsa kanun.
Yasak ise yasak…
Gencecik insanlara karşı takınılan tavır ile barış diye yırtınanların ortaya çıkardıkları tablo aynı mı?
Aynı diyorsanız sözüm yok.
Ama ayrı diyorsanız; o zaman susma zamanı geçmiştir.
Zaman, komşunuzla da olsa gerçekler konuşma, paylaşma ve bunu çoğaltma zamanıdır.

Muhtaç olduğu kudretin nerede olduğunu bilmeyen de sanırım yoktur artık…