Gezi ve siyaset

Benden yana ya da bana karşı kavramları üzerinden.

İşler bir biçimde “yürüyordu” siyasette.

Tam da ortadan “ikiye” bölünmek üzereyken,

Bir “ağaç” yüzünden herşey değişti.

Tanımlar alt üst oldu, değer yargıları ise yerle bir.

Zekalarına “hayran olduğum” gençler patlama yaptı deyim yerindeyse.

Yıllardır “uzaktan” seyrettikleri siyasete,

Ders vermenin de ötesinde, yön de verdiler.

Aslında yoktu öyle bir dertleri.

İslamcı, komünist, türbanlı, mini etekli, boşvermiş, futbol fanatiği “ne ararsanız” vardı içlerinde.

Ama başka bir şey daha vardı “içlerinde” taşıdıkları.

Özgürlük…

Sadece kendilerinden yana olanlara değil, “kendileri gibi olmayanlara” da içten ve samimi olarak istedikleri özgürlük.

1960 ve ardından da 1970 kuşağının Türkiye’de “siyasete” kattığı ne varsa,

Ne kadar tabu, ne kadar kindarlık.

Ve herşeyden önemlisi “bencilliği” yıkıp geçtiler.

“Bir ağaç gibi tek ve hür ve bir orman gibi kardeşcesine…”

Atıp tutması kolay olanı “büyükleri” yapıyordu zaten.

Yıllarca biriken sorunlara;

“O ne veriyorsa 5 lira fazlası benden…”

Ya da;

“Verin bana oylarınızı, vereyim size iki anahtar” sözleriyle büyümüşlerdi.

Asıl “isyanları” da aslında bu mantığaydı.

12 Eylül darbesinin “siyaseti” yok ettiği söylenir.

Oysa asıl yok ettiği “yaşam” biçimlerimizdir.

Büyürken “iki seçenek” konur hepimiz önümüze.

Çok basittir aslında.

İki cümlede özetleyelim:

“Benim için şunları, bunları yaparsan, ben de senin için onları ve diğerlerini yaparım” diyen “amalı” yaşamak.

Ya da;

“Benim için bunları ve şunları yapmamış olsan da ben senin için onları ve diğerlerini yaparım” diyen “rağmenli” yaşamak.

Tercih basit.

İnsan hayatı “diplomasi” değil, o yüzden kazan-kazan olmaz.

Hep bir kaybedeni ve öyle olunca da kazananı olur.

Mesele “kaybetmeyi” de normal karşılamak.

Kazanmak için hileye- hurdaya- yalana-dolana başvurmamak.

Hayat için “tam geçerli” olan kural bu.

Siyaset için geçerliliğini “yitirdiği için” bu durumda değil miyiz?

Onun için namaz kılanların “güvenliğini” solcuların almasını kavrayamıyoruz.

Yıllardır siyesetçilerin içimize serptiği “tohumlar” değil mi bu nefreti körükleyen.

“Beni seversen ben de seni severim” diyen bir nesil,

“Siz beni sevmiyor olsanız da, ben sizi seviyorum” dediği için şaşkınız.

Bu siyaset mantığı bir, bilemediniz iki “dönem” daha sürer.

“Ama”lı sevmelerin yerini “rağmen”li sevmeler aldı bile.

Siyaset bundan nasibini almaz sanmayın, yanılırsınız…