Adaletin temeli

15 Temmuz kalkışmasından bu yana yaklaşık 32 bin kişi tutuklanmış. 70 binin üzerinde kişi için de işlem yapılmış. Rakamlar Adalet Bakanı Bekir Bozdağ’a ait.

Aynı dönem içinde çıkarılan Kanun Hükmünde Kararnameler ile el konularak Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu’na devredilen şirket sayısı ise iki yüzün üzerinde. Bu rakam Türkiye’nin en büyük holdinglerinden Koç ve Sabancı’ya ait şirketlerden bile fazla sayıda.

Ortada ucu açık bilinmezlik var.

***

Yabancı bir firma, ortaklarının bir bölümünün muhalefet etmesine rağmen birkaç yıl önce Türkiye’de yatırım yapma kararı alıyor. Fabrikalar kuruyor, üretime başlıyor. Kısa sürede piyasanın önemli tedarikçileri arasında yer alıyor. Gel zaman git zaman ürünlerinden 3 milyon dolara varan alım yapan Türk firmasının kararname ile TMSF’ye devredildiğini öğreniyor. Firmanın yetkilisi ile hukukçusu, alacaklarının ne olacağını ve tahsilatın nasıl yapılacağını öğrenmek için TMSF’ye gidiyor.

Aldıkları yanıt ilginç…

Biz de ne olacağını bilmiyoruz. Hele siz biraz daha bekleyin…”

Bu yanıtı alan yabancı firma, Türkiye’de yapmayı düşündüğü yeni yatırımları hemen durduruyor. Sermayesini de Türkiye dışına çıkarmaya hazırlanıyor…

***

15 Temmuz kalkışmasından kısa süre önce, yatırımlarını genişletmek isteyen bir başka firma, ortaklarından şirket sermayesine nakit katkıda bulunmalarını istiyor. Ortaklardan biri, elindeki 5 milyon lira değerindeki arsasını satışa çıkarıyor. Bir başka işadamı da parayı verip arsayı alıyor. Darbe kalkışmasından hemen sonra arsayı satan işadamının mal varlığına el konuyor. Doğal olarak da satış işlemi şaibeli görülüp iptal ediliyor. Ancak 5 milyon lira ortada yok. Varsa da henüz bulunabilmiş değil. Zarar gören, arsayı satın alan işadamı.

Hem parasından oluyor, hem de parasını nakit ödediği arsadan…

***

Ev hanımı olan kadın, eşinin önce memuriyetten atılması, ardından da tutuklanmasını gözyaşları ile izlerken başına daha büyük bir sıkıntı geliyor. Eşinin bütün banka hesapları dondurulmuş. Evi kira, okullar açılıyor ve iki çocuğunun okula gitmesi gerek. Bankaya gidiyor kapılar duvar. Valiliğe, savcılığa gidiyor nafile. Ev sahibi kirasını istiyor. Çocuklar elbise, ayakkabı, defter kalem istiyor. Elde avuçta yok. Üstüne üstlük eşinin bir başka ilde kirada olan evinin bankaya yatırılan kira gelirlerine de el konmuş durumda. Kirayı elden istese yasa gereği belli miktarın üzerindeki kira tutarının banka dışında ödenmesi de yasak.

Yani, sıfıra sıfır elde var sıfır.

***

Yukarıdaki örnekleri çoğaltmak mümkün. Komşumuz, akrabamız, bir tanıdığımızın tanıdığı benzeri durumu yaşıyor. Yaşadıklarımız, geleceğimizi şekillendirirken ne kadar ders almamızı sağlayacak pek kestiremiyorum ama ekonomik göstergelerin neden aşağıya doğru gitmekte olduğunu biraz açıklar sanırım.

Bir hukukçu ile sohbet ediyorum. Çok şaşkın. “Hiçbir darbe döneminde mal ve mülk ile ilgili bu kadar karar alınmış değil. Türkiye tarihinde mülkiyet için özellikle de gayrimüslimler üzerinden alınmış kararlar var. Onlar da yıllar sonra başımıza bela oldu. Mahkemelerin işi çok zor. Mal-mülk üzerinden yürütülen işlemler Türkiye’nin başını her zaman ağrıtmıştır, bundan sonra da ağrıtacağını yaşayarak göreceğiz. Hem adalet mülkün temeli deyip hem de mülkiyet hakkını hiçe sayarsanız, devletin temelini sarsarsınız” diyor. Avukatların, özellikle de bu davaları almak istemediğini, pek çoğunun, kendilerinin de aynı suçlamayla karşı karşıya kalma korkusu yaşadığını da ekliyor.

***

Ve başka bir sıkıntı.

Binlerce, belki de yüz binlerce isimsiz ihbar yapılıyor.

Gözünün üzerinde kaşı var” diye yapılan ihbarlar güvenlik güçlerinin işini düşünülmeyecek kadar artırıyor. İhbarı ciddiye almasanız terör örgütüne yardımdan soruşturma geçirmek, ciddiye alsan masum insanların canını yakmak olasılığı var.

Kin var, intikam var.

Bir de ihbarcılıktan zevk alanlar…

Hukuki milat

İnsanların barış ve huzur içinde yüksek standartlı bir hayata, toplumsal birlikteliğe ulaşmaları ve bunu sürdürmeleri için tarihsel süreçte ulaştıkları kazanımların temel ilke ve kurumları irdeleyen, tartışan ve araştıran disipline hukuk felsefesi denir.

Bu yüzden de hukuk; nesnel, eşit, açık ve gerçekleştirilebilir olmalıdır. Hukukun ve doğal olarak da insani koşullarda yaşamanın temeli insan onuruna duyulan saygıdır. Bu saygı olmadan hukukun bir anlamı olmaz.

15 Temmuz kalkışmasının ardından kamu ve özel sektörde başlatılan ve artık bugün Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından da dillendirilen (at izinin it izine karıştırıldığı) sürecin temel eksikliği de demokratik hukuk devletinin olmazsa olmazı hukuktur.

Halk çoğunlukla darbe kalkışmasına karşıdır. Ancak bu karşıtlık, hukuki normların dışına doğru taşılması ile birlikte inanırlığını da yitirmeye başlamıştır.

İktidarın darbe kalkışması ve ona destek verenlerle ilgili koyduğu 17-25 Aralık miladı, görünen o ki çok da destek görmemektedir. Kaldı ki, hafta sonu CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu’nun il başkanları toplantısında kamuoyuna duyurduğu 24 ağustos 2004 tarihli Milli Güvenlik Kurulu açıklaması yeni bir tartışmayı da ateşlemiştir.

Hangi tarihi milat alacağız?

***

Siyaset için bunun çeşitli aralıkları olsa da, yukarıda tanımladığımız nesnel, açık ve gerçekleştirilebilir olması gereken hukuk için böyle bir milat yoktur. Hukuk için milat, suç olarak tanımlanan eylemin gerçekleştiği tarihteki niteliğidir. Şimdi böylesine hukuki bir kapsama konmaya çalışılan suçlamalar, yarın iddianamelerin hazırlanıp, mahkemelerin devreye girmesiyle yeni bir boyut kazanacaktır. Bilebildiğimiz kadarıyla, gözaltına alınan, tutuklanan kişiler ile mallarına el konan, kayyum atanan tüzel kişilikler için üç temel kural oluşturulmuştur.

Bunlardan ilki ve belki de en önemlisi bir internet programıdır. Uygulamanın telefonuna yüklü olduğu bilinen herkes aşağı yukarı tutuklanmıştır. Yine tutuklama nedenleri arasında yer alan bir bankada hesabının olması, belli bir okulda çocuğunu okutuyor olması ve yine belli gazetelere abone olması görülmektedir.

***

Şu anda sadece izlediğimiz bu konular hakkında, sürecin mahkeme aşamasına geldiğinde hukukun nasıl davranacağını inanın hepiniz kadar ben de merakla bekliyorum. Çünkü mahkeme aşamasında “şüpheden sanık yararlanır” ilkesi geçerli olursa; devletin izin verdiği bankada hesabının olması, devletin izniyle açılan okullarda çocuklarını okutması, yine devletin bilgisi dahilinde kurulan gazetelere abone olması nasıl bir suç oluşturacaktır? En çok sözü edilen bilgisayar yazılımı için de bu güne kadar verilmiş yasaklayıcı/suçlayıcı bir karar olmadığına göre, ona nasıl kılıf bulunacaktır?

***

Bütün bu soruların yanıtını aslında CHP’nin Anayasa Mahkemesi’ne yaptığı başvurusuna verilecek yanıtla bulacağız. Çünkü AYM’nin “bu benim işim değildir” kararı, hukukun bundan sonra nasıl bir yol izleyeceğinin de işareti olacaktır.

Eski bir AYM üyesi, “KHK’lerin OHAL ilanının gerekçeleriyle sınırlı olması gerekiyor. Aşılıp aşılmadığını denetleyecek organ AYM’dir. Ayrıca AYM, KHK’lerle bazı yasaların değiştirilip değiştirilmediğini incelemek isteyecektir. Örneğin KHK ile Borçlar Kanunu, Medeni Kanun ya da başka kanunlar değiştirilmiş mi değiştirilmemiş mi? AYM’nin elinde 1991 içtihatı var. İsterse girer. Kimse niye girdin diyemez. Gerekirse tam ya da kısmen iptal edebilir” diyor.

Buna gerekçe olarak da, “Diyelim ki anayasanın birinci maddesi (Türkiye’nin idari şekli cumhuriyettir) hükmü değiştirildi, Meclis’ten geçti. AYM, (Ben bu konuda yetkisizim, buna bakamam) diyebilir mi? KHK’lerle gözaltı süresini 30 güne çıkardılar. Bu ölçülülük açısından kabul edilemez. 300 güne de, bir yıla da çıkarabilirdi. O zaman da mı kimse bunu denetleyemeyecek. 30 gün gözaltı ölçülülük ilkesine uymaz. Hukuk devletiyle bağdaşmaz. İptal nedenidir” diye de ekliyor.

***

Kamudan ihraçlar konusunda da “Bizim hukuk sistemimize göre kanunla idari işlem yapamazsınız” diyen AYM eski üyesi, “Bu ihraçlar doğrudan kanunla idari işlem yapmaktır. Daha önce bu durum AYM’nin önüne bakanlık birleştirmelerinde geldi. Bakanlıkları birleştirmişler, çok sayıda personeli işten çıkarmışlar. AYM, bakanlık birleştirme gibi zorunlu hallerde bile kanunla personelin ihracını hukuka aykırı görüyor. İhracı idari kararla yapabilirsiniz, kanunla yapamazsınız. Ben KHK ile ihraçların da iptal nedeni olabileceğini düşünüyorum” diyor ve sonuçları da şöyle değerlendiriyor: “CHP’nin başvurusu reddedilirse iç hukuk yolları tükenmiş olur. Hak ihlali için bireysel başvuru yolu da bir sonuç vermeyecektir. Bu durumda AİHM süreci başlar…”

İşte o zaman yandı gülüm keten helva…

İyilik ve kötülük

Bir varmış bir yokmuş.
Günün birinde iyilik ve kötülük çalışmaya gidelim demişler. Biraz erzak almışlar yanlarına. Dere tepe giderken karınları acıkmış. Kötülük “İyilik senin ekmeği yiyelim” demiş. O da hep iyilik peşinde “Yiyelim buyur” demiş.
Yola devam ederken yine karınları acıkmış. Kötülük, “Senin kalan ekmeği yiyelim” deyince iyilik yine “Tabii yiyelim komşu” demiş.
Gide gide iyiliğin ekmeği kalmamış. Bir miktar daha gitmişler yine karınları acıkmış. Kötülük “Ekmeğimden vermem sana” demiş. Ve kötülük baklayı ağzından çıkarmış: “Bir gözünü çıkarırsan bir parça ekmek veririm” demiş.

***

İyiliğin yalvarmalarına karşın kötülük insafa gelmemiş. İyilik mecbur kalmış gözünün birini çıkartmaya. Gide gide bir dere kenarına varmışlar. Derenin kenarında palamut ağaçları varmış. Yine karınları acıkmış, kötülük yine ekmeğini paylaşmamış. Bu kez ikinci gözünü çıkarmasını istemiş. İyiliğin, “Bir gözüm görmüyor, bir gözümü daha verirsem ben nasıl giderim” sözüne “Götürürüm seni yedeğimde” demiş.
Karınları doyduğunda kötülük, “Hadi bana eyvallah sen ne edersen et” demiş, çekmiş gitmiş.
Kötülük yapacak ya…
İyilik ağlamış, sızlamış, bağırmış ama kimse yok. Kurtlar, kuşlar gelir parçalar beni diye düşünüp yakındaki palamut ağacına çıkmış.
Gece yarısı olmuş, ağacın etrafında inler cinler toplanmış, sohbete başlamışlar. İçlerinden biri, “Filan padişahın gözü kör. Kara koyunun kanını sürseler açılacak”, diğeri “Şurada bir köy var susuzluktan kırılıyor, üst kıyında bir kaya var o taşı kaldırsalar su var bilen yok” bir başkası ise “Kör padişahın sarayının yanındaki tarlada altın var bilen yok” demiş.

***

İyilik sabah olup sağa sola dokuna dokuna koyulmuş yola. Susuz köye varmış. Köylülere, “Sizin köyde su yok mu?” diye sormuş. Olmadığı yanıtını alınca, “Şuradaki tepedeki kayayı kaldırsanız altında su var” demiş.
Köylüler kör iyiliğin sözüne önce inanmamışlar. Gidip baktıklarında ise gerçekten su olduğunu görmüşler. “Bir dileğin var mı?” diye sormuşlar. İyilik, “Kara koyunu kesip kanından bir şişeye doldurursanız memnun olurum” demiş. Kara koyun getirip kesmişler kanını şişeleyip iyiliği uğurlamışlar. İyilik kanı almış doğru padişahın yanına. Padişah gözünü iyi edene zenginlik vadediyormuş.
İyilik padişahın huzuruna çıkarılmış. Elindeki şişeden kara koyun kanını padişahın gözlerine sürmüş. Pırıl pırıl, cam gibi olmuş gözleri. Padişah, “Ne istersen iste vereyim” demiş. İyilik de
Sarayınızın arkasında arsa varmış orayı verirseniz mutlu olurum” demiş.

***

Aynı sıralarda kötülük elindeki torba ile kapı kapı dileniyormuş. Dilene dilene iyiliğin kapısına gelmiş. İyilik kapısını açmış. Biraz sohbetten sonra, kötülük nasıl olup da bu kadar zenginlediğini sormuş. İyilik, “Beni bıraktığın yerdeki palamudun altına inler cinler geldi. Onların anlattıklarını dinleyip gerçekleştirdim. Şimdi rahatım iyi” demiş.
Bu sözlerle heyecanlanan kötülük, “Ben de gideyim oraya” diyerek yola koyulmuş. Kötülük palamuda çıkıp geceyi beklemeye başlamış. Gece yarısı inler cinler gelmişler.
İçlerinden biri, “Falanca köyde su yok, kayanın altında var dedik, gittiler suyu çıkardılar, bunu kimse bilmiyordu. Bilmem nerenin padişahının gözü kör, şifasını söyledik buldular gözleri açıldı. Külçe külçe altını da çıkardılar” demiş.
Sonra diğer şeytanlara dönmüş, “Bizi dinleyen var, arayın” demiş.
Bir bakmışlar kötülük tepelerinde titreyip duruyor.
Hemen ağaçtan indirip kötülüğü paramparça etmişler.

***

Kıssadan hisse;
İyilik yapan iyilik bulur, kötülük yapan kötülük bulur.
Kendini tek akıllı sanan ya kullanışlı aptaldır ya da sahtekar.
Siz siz olun.
Kullanışlı aptallardan ve sahtekarlardan uzak durun.
Hele hele, arkadaşlarının gözlerini oyup, sonra da masum görünenler var ya,
En tehlikelisi onlardır…

Bir öksürsek

672, 673 ve 674 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameler Resmi Gazete’de yayımlandı. Buna göre, terör örgütlerine veya Milli Güvenlik Kurulu’nca devletin milli güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna karar verilen yapı, oluşum veya gruplara üyeliği, mensubiyeti veya iltisakı yahut bunlarla irtibatı olan; bazı kamu kurumlarındaki çok sayıda kişi kamu görevinden çıkarıldı.
KHK’lar ile, Emniyet Müdürlüğü çalışanı 7 bin 669 kişi, Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlı çalışan 28 bin 163 kişi, Jandarma Genel Komutanlığı ve Sahil Güvenlik Komutanlığı’na bağlı 325 kişi, Sağlık Bakanlığı’nda 2 bin 18 kişi, Diyanet İşleri Başkanlığı’ndan bin 519 kişi görevinden ihraç edildi.

***
Resmi Gazete’de yayımlanan Kanun Hükmünde Kararname’de dikkat çekici bir isim de yer aldı. İhraç edilen isimler arasında, PKK’nın 21 Ağustos’ta Şırnak’ta jandarma karakoluna yapılan saldırıda şehit olan Yüzbaşı Ali Alkan’ın cenaze törenindeki haykırışları geniş yankı uyandıran ağabeyi Jandarma Yarbay Mehmet Alkan da var…

***
Şehit Yüzbaşı Ali Alkan’ın cenaze törenine üniformasıyla katılan ağabey Mehmet Alkan, açılım sürecinde yapılan hatalara isyan ederek “Düne kadar çözüm diyenler ne oldu da sonuna kadar savaş diyor. Saraylarda 30 tane korumayla gezip, zırhlı arabalara binip (Şehit olmak istiyorum) diye bir şey yok” sözleriyle tepki göstermişti.

***
Bu sözlerden sonra iktidara yakın isimlerin hedefi haline gelen Yarbay Mehmet Alkan hakkında Jandarma Genel Komutanlığı’nca soruşturma başlatılmış ve uyarı cezası verilmişti.
Yani devlet Yarbay Alkan’ın tepkisini ancak “uyarı” ile tanımlamıştı.
Peki ne oldu da iki ay sonra bir gece yarısı çıkarılan KHK ile Yarbay Alkan ordudan atıldı?
Darbeci miydi?
Hayır…
Terör örgütü üyesi olduğuna ya da örgüte yardım ettiğine dair herhangi bir mahkemede yargılanmış ve ceza mı almıştı?
Hayır…
Peki öyleyse ne oldu?
Olan şudur: İktidar sessiz sedasız “muhalif avına” çıkmıştır. FETÖ çuvalına onlarca, yüzlerce belki de binlerce ismi ekleyip köklü bir “temizlik” harekatı yapmaktadır.

***
Siz bakmayın Yenikapı Ruhu dediklerine.
Devletin büyük bir bölümü “hukuk dışı” işlemlerle boşaltılırken, boşaltılan yerlere de yeni “dinciler” yerleştiriliyor.
Yoksa kim cesaret edebilirdi ki külliye caminde zikir yapmaya?

***
Artık binlerce yeni işsizimiz, aileleri ve yakın çevreleri ile milyonlarca yeni “mağdurlarımız” var.
Ve ne tuhaftır, el ele kol kola yürüyen, devletin bütün kılcallarına yayılmasına izin veren siyasetçiler hala ellerini kollarını sallayarak dolaşıyorlar.
Ve bu KHK’lar gittikçe “cadı avına” dönüşüyor, gittikçe toplumda daha derin fay hatları oluşturuyor.
Toplum ise derin bir sessizlikte.
Sivil toplum denilenlerin bile sesi çıkmıyor, karşı çıkamıyor.
Neyin korkusu ise bu?

***
Fıkra bu ya, adamın biri çok kuvvetli öksürüyormuş.
Arkadaşlarının ısrarı üzerine doktora gitmiş derdini anlatmış.
Doktor adamın derdini dinleyip, gerekli tahlilleri yapmış ve teşhisini koymuş.
Kafası dalgın olan doktor, adama yanlışlıkla öksürük ilacı yerine, müshil ilacı vermiş ve demiş ki: “Bir hafta boyunca yemeklerden sonra iç ve yanıma gel.” 
Günler geçmiş adam bir hafta sonra yeniden doktorun karşısına çıkmış.
Doktor gülümseyen yüz ifadesi ile, “Öksürüğün nasıl oldu?” diye sormuş.
Adam doktora öfkeyle bakarak, “Cesaret edip de öksüremiyorum ki” demiş…

***
Kıssadan hisse;
Bütün yaz çalıştım.
Mısır ekmeğini, kara pancarı, Karadeniz pidesini özlemişim.
Bana biraz müsaade…

Bataklık

Suriye’de isyan ilk olarak, “Arap Baharı”ndan etkilenerek, Ocak 2011 tarihinden itibaren küçük gösteriler halinde başladı. Geniş çaplı gösteriler ise 15 Mart 2011 tarihinde güney şehri Dera’da ortaya çıktı. Gösteriler kısa sürede ülke çapına yayıldı ve hükumet gösterilere geniş çaplı tutuklamalar, işkenceler, polis şiddeti ve sansürle cevap verdi.
Gösterilerin büyümesiyle Esad, büyük ölçekli askeri bir harekat başlattı. Harekata tanklar, piyadeler ve ağır silahlar katıldı ve kısa sürede büyük sayılarda sivil can kayıplarına neden oldu.
2012 ve 2013 yılları muhaliflerin avantajı ele geçirdikleri yıllar oldu. Hatta muhalifler, Şam şehir merkezine bir kaç kilometreye kadar yaklaştı, Halep’in büyük bölümünü ele geçirdi. Aynı dönemde Kuzey ve Doğu Suriye büyük bir oranda rejimin elinden çıktı. PKK’nın bir kolu olan YPG Afrin, Kobani ve Haseke’de özerk kantonlar ilan etti.

***

2013 yılın sonu ve 2014 yılı başında muhaliflerin dış desteği büyük oranda kaybetmesi ve aralarında çarpışmaya başlaması sonucu rejim güçleri kaybettiği pek çok şehri geri aldı. Şam şehir merkezi, Hama ve Humus kırsalı büyük oranda muhaliflerden temizlendi. Lazkiye yolu güvence altına alındı. IŞİD ise, kuzey ve doğudaki bölgelerin çoğunu ele geçirdi.

***

Eylül 2015’te Rus hava saldırılarının başlaması ile birlikte muhaliflerin lehine olan güç dengesi aleyhine bozulmaya başladı. 2015 yılı sonu Rusya, İran ve pek çok Şii milisin Suriye rejimine desteğini artırdığı bir dönem oldu. Muhalifler ise batıdan aldığı desteği büyük oranda kaybetti. 2016 yılında rejim ve müttefikleri Halep kırsalında muhalifler ve IŞİD’den pek çok yerleşim bölgesini geri aldı. Ayrıca Türkmen Dağı’nın büyük bölümünü ele geçirdi. Türkiye, ilk kez kara operasyonu ihtimalini masaya yatırdı ve Suudi Arabistan ile görüştü. Bu durum İran ve Rusya arasında uluslararası gerginliğe yol açtı. IŞİD, Suriye’nin kuzeydoğu kırsalında YPG’ye, güney kırsalında ise Suriye muhalefetine karşı pek çok bölgeyi kaybetti.

***

Birleşmiş Milletler’in açıklamasına göre Suriye iç savaşında 250 binden fazla insan hayatını kaybetti. Ne yazık ki Birleşmiş Milletler Suriye iç savaşına dair istatistik toplamayı bıraktığı için ölenlerin sayısının daha fazla olduğu düşünülmektedir. Suriye Politika Araştırma Merkezi (SCPR) yayınladığı raporla 2011 Mart ile 2016 Şubat ayları arasında Suriye iç savaşında 500 bin insanın hayatını kaybettiğini, 1.88 milyon insanın ise yaralandığını belirtildi.

***
Batılı güçlerin desteklediği YPG ve benzeri örgütlerin özellikle Suriye’nin kuzeyindeki ilerlemesi, Türkiye’de IŞİD kaynaklı terör olaylarının artması sonucu Türkiye sonunda Suriye topraklarına askeri birliklerini soktu. Zırhlı araçların desteklediği operasyon bir haftayı tamamladı. Türkiye’nin açıktan destek verdiği Özgür Suriye Ordusu bileşenleri sınırımızdan 24 kilometre kadar Suriye toprağını kontrol altına aldı.

***
Burada operasyon ile ilgili askeri anlamda ortaya çıkan en önemli sonuç, ortada IŞİD’in hiç görünmemesidir. Otuz kilometreye kadar ilerleyen Türkiye ve ÖSO birliklerinin henüz yakaladığı, etkisiz hale getirdiği IŞİD militanı hiç görmedik.
Bir haftayı özetleyecek olursak;
Öldürülen IŞİD militanı sayısı: Sıfır.
Ölen ÖSO üyesi sayısı: Sıfır.
Vurulan mevzi sayısı: Sıfır.
Esir alınan IŞİD militanı sayısı: Sıfır.
Ele geçirilen mühimmat sayısı: Sıfır.
İmha edilen savaş aracı sayısı: Sıfır.

***

Böyle bir ortamda, Suriye’nin “toprak bütünlüğünden” bahsederek, ucu açık bir savaşa girdiğimizin ve bu kadar birbirinden bağımsız aktörün rol aldığı topraklarda “etkin olmak uğruna” bataklığa saplanabileceğimizi düşündük mü acaba?
Suriye karanlık bir tünel.
Tünelin ucundaki aydınlık mı, yoksa gelen trenin ışığı mı orası belirsiz…