23 Nisan (s)açılımı…

Tarih: 1922.
Yer: Bursa.
Mustafa Kemal, kendisini karşılamaya gelen çocuklara şöyle seslenir:
“Sizler hepiniz geleceğin bir gülü, yıldızı, bir mutluluk parıltısısınız. Memleketi asıl aydınlığa boğacak sizsiniz. Kendinizin ne kadar mühim, kıymetli olduğunuzu düşünerek ona göre çalışınız. Sizlerden çok şeyler bekliyoruz…”

Tarih: 23 Nisan 2013
Yer: TBMM Genel Kurul Salonu.
Çözüm süreci (!) denen bilinmezin başlangıcından bu yana siyasi parti liderleri ilk kez TBMM Genel Kurulu’nda yapılan “özel oturumda” bir araya geliyorlar.
2007 yılından bu yana TBMM Başkanı’nın verdiği resepsiyonları BDP’nin “teröre yardım ettiği”gerekçesiyle “protesto” eden Türk Silahlı Kuvvetleri’nin “komuta kademesi” ilk kez katılıyor.
Gerçi geçtiğimiz yıl da katılmışlardı ancak o zaman da “protesto” eden BDP’liler salonda yoktu…

Anımsamakta ve yinelemekte yarar var.
2013 yılının 23 Nisan günü itibarıyla Türk Silahlı Kuvvetleri’nde bulunan “general” kadrolarının yüzde onundan fazlası tutuklu.
Denizcisi, karacısı, havacısı, jandarması demir parmaklıkların arkasında “özgür” kalacağı günlerin düşünü kuruyor.
Kendileri hakkında verilen kararın “ağırlığına” rağmen direniyorlar.

Peki, ne oldu da birden bire protestolar “yumuşamaya” dönüştü?
Ne oldu da birdenbire Türk Silahlı Kuvvetleri’nin onca mensubu zindanda “gün sayarken”komuta kademesi “barış çubuğu” yakmaya karar verdi.
Bir örnekle “nedenleri” anlatmaya çalışayım sizlere…

Dünyada sosyal medyayı kullanmayan neredeyse kalmadı.
Kimi ülkelerde “turuncu devrimler” bile sosyal medya üzerinde örgütlendi.
Dünya sosyal medyayı bu kadar “kullanırken” Türkiye geri kalır mı?
Hayır…
İnsanlar bir yandan “düşüncelerini” sosyal medya ile yaymaya çalışırken, kimi zaman da bir tehdit ve baskı aracı olarak kullanılmaya başlandı.
Gizlice alınmış sesler, görüntüler, dedikodular hep sosyal medya yoluyla dağıtıldı.
Tehditler, sindirmeler ya da susturmalar yine sosyal medya yoluyla sağlandı.
Hiç aklımıza gelmezdi ama maalesef Türk Silahlı Kuvvetleri de uzunca bir süredir sosyal medya kullanılarak “baskı” altına alınmaya çalışılıyor.
Üstelik “yasa dışı” bu çalışmalar kimi iddianamelerde çarşaf çarşaf yer alıyor.

Peki, kim yapıyor, nasıl yapıyor, kimler sessiz kalıp bu “çetelere” olanak sağlıyor?
Kimler yasadışı bu uygulamalarla “diz çöktürüp” barış çubuğu yaktırıyor?

İçinizde bilenler vardır, ben bilmeyenlere anlatmış olayım.
Sosyal medyada “uzun süredir” dikkatimi çeken “iki” oluşum var.
Bunlardan bir “gata_kulis”, ikincisi ise “tsk_kulis” isimlerini kullanarak yayın yapıyor.

Meraklıları arayıp bulabilir, her iki “çete” de özel hayat, yasa, yönetmelik, kural, ahlak falan dinlemeden “diz çöktürmek” istediği kim varsa “aleyhine” yazıyor.
Dilin kemiği yok.
“Falanca şurada şu kadınla birlikte, filanca şurada yolsuzluk yapıyor, berikisi orada şununla geziyor…”türü her türlü “belden aşağı” vuruş serbest…
Devletin tek bir “kuruluşundan” tık yok…
Adresleri belli olmayan elektronik postalarla yapılan “ihbarlarla” onca insan içeri tıkılıyor, bilmem nerede sabahın köründe ya da gece yarısı yapılan “baskınlarda”hard-diskler bulunuyor, çuval çuval belgeler çıkıyor,
Ama gelin görün ki, bütün bunların “kaynağını” kimse merak edip araştırmıyor, bulmuyor.
Kimse bu “fitne yuvaları” nerededir, kim çalıştırır, kim yazar bakmıyor.
Mesele “diz çöktürmek” olunca her yol mubah oluyor.

Peki, sorun her geçen gün büyüdükçe “ne oluyor, neden oluyor” diye soran olmuyor mu?
Elbette oluyor.

Cumhuriyet Halk Partisi İstanbul Milletvekili Umut Oran “14 Aralık 2012” tarihinde Milli Savunma Bakanı’nın yanıtlaması istemi ile TBMM Başkanlığı’na “yazılı” soru önergesi veriyor.
Diyor ki CHP’li Umut Oran:
1. @bulutalti ve bulutalti@hotmail.com, @dzkk_merkez, superdenizciler@gmail.com, @hangarinsesi ve hangarinsesi@hotmail.com, @tsk_kulis ve tsk_kulis@gmail.com, @gata_kulis vetskkulis@gmail.com twitter ve e-posta adresleri kimlere aittir?
2. Bu adreslerde yayınlanan Türk Silahlı Kuvvetleri mensupları hakkındaki iddialar tarafınızca araştırılıyor mu? Bu iddialar herhangi bir TSK mensubu hakkındaki idari/adli işleme dayanak oluşturdu mu?
3. Bu adreslerin kapatılması için girişimde bulundunuz mu sonucu ne oldu?

Ne oluyor dersiniz?
Evet, maalesef ama maalesef  “kocaman” bir sessizlik.
Bırakın izliyoruz, bakıyoruz, suç duyurusunda bulunuyoruz demeyi, CHP’li Oran’ın sorularına “yanıt bile” vermiyorlar.
İnanmayan TBMM’nin internet sitesine girsin, Umut Oran’ın sayfasında “yazılı soru önergeleri”kısmına baksın.
Aynen şu yazıyor:
“Süresi içinde yanıtlanmadığından gelen kâğıtlarda yayınlandı…”

Tarih 23 Nisan 2013.
Kendisi hakkında yayınlanan onca “yalan” konusunda sesini çıkarmayan TSK, BDP ile “barış”çubuğu yakıyor ve biz de şaşırıyoruz.
Mustafa Kemal’in 1922’de Bursa’da “Memleketi asıl aydınlığa boğacak sizsiniz” diye seslendiği çocuklar o zaman yeni doğmuş olsalardı şimdi 90’lı yaşlarda olacaktı.
Yani büyük bir bölümü “aramızda” değil…
İyi ki Paşa’yı dinlemişler, ama bu günleri görmemişler.
Görselerdi muhtemelen “kahırdan” ölürlerdi…

NOT: Yukarındaki sosyal medya adreslerinde yayınlananlar için meraklısına bilgi: Sakın ola yazılanları “kopyalayıp” bilgisayarınızda bir yerlere kaydetmeyin. Yarın bir gün bilgisayarınızda bulunur da “gizli bilgileri, kişisel verileri bulundurma” suçlamasıyla (!) hakim karşısına çıkarsınız durup durup bana küfretmeyin…

İstisnalar kural olursa?

Yaşadığımız günleri en iyi özetleyen cümle şudur:
“Ülkeyi asıl yönetenler; kanunları yapanlar değil, o kanunlardaki istisnalarını uygulayanlardır…”

Hangi davaya, hangi uygulamaya bakarsanız bakın, kanunun “serbest” kıldığı bütün halleri “sınırlayan” yasaklar vardır.
Yürümek, düşünce açıklamak, toplantı, gösteri yapmak serbesttir.
Serbesttir kelimesinden sonra gelen ilk “ama” kelimesi ise o serbestliğin sınırlarını belirler.
“Yürümek, düşünce açıklamak, toplantı, gösteri yapmak serbesttir” diye başlayan kanun maddesi hemen şöyle devam eder:
“Ama kamu düzenini, genel sağlığı, huzuru bozma olasılığı yüksek olan hallerde (!) bu serbestlik mülki idare amiri ya da konunun ilgilisi bakan ya da bakanlar kurulu kararıyla ertelenebilir, sınırlandırılabilir ya da yasaklanabilir…”

Siz istediğiniz kadar “demokrasi” deyin.
Başlangıcı demokratik görünen her kural, “ama”larla, “ya da”larla asıl mecrasına sokulur.
Bugün “suçlu” diye sayfa sayfa “teşhir” edilen pek çok insanın yaşadığı da budur.
Ya da dün “terörist” olanlar bugün o istisnalar sayesinde “muteber kişi” oluvermiştir.

Son yaşanan örnekten yola çıkarak anlatayım.
İzmir’de bir dava görülüyor.
Adı önce “casusluk” idi, şimdilerde “belge bulundurma” oldu.
Soruşturma aşamasında “sızdırılan” belgeler ve bilgilerle bir sürü insan neredeyse “vatan haini” ilan edildi.

Soruşturma bitti, “iddianame” yazıldı yine aynı şey.
El altından verilen fotoğraflar, telefon konuşmaları hep “itibarsızlaştırmak” için kullanıldı.
Hepsi geçti, sıra geldi “gerçeklerin” ortaya çıkması gereken mahkemeye.
Ne oldu?

İddianamenin “tamamını” okuyan insan sayısı “bir elin parmaklarını” geçmemiştir.
Daha ilk günden “kanunda” izlenmesi, dinlenmesi “herkese açık” olan duruşmalar için “kısıtlamalar” getirildi.
Neye dayanarak?
Kanunun “serbesttir” dediği cümleden sonra gelen ama kelimesinin yetki verdiği mahkemenin istisnaları “kural” haline getirmesiyle.

Sadece tutuklu yakınlarından birer kişi, vekaleti olan avukatlar ve sayısı on ile belirlenmiş gazeteciler izleyecek diye açıklama yapıldı.
Henüz devam eden “İzmir Büyükşehir Davası” için “konulmayan” kısıtlama, ne hikmetse bu dava için konuldu.
İsteyen gidip bakabilir, (listelerde isminiz varsa) dava için özel olarak yapılan salon, büyükşehir davasının görüldüğü salondan kapasite bakımından daha küçük.
Ve sadece 10 gazeteci girebiliyor.
Almanya’da görülen Neo Nazi davasına Türk gazetecilerin alınmayışına tepki gösteren her türlü zevat, nedense İzmir’deki uygulamaya kör ve sağır.
Ve İzmir’de 10 gazeteciyi kim belirledi belli değil.
Neymiş efendim duruşmadan bir gün önce böyle “uygun” görülmüş ve orada bulunan gazeteciler hemen bir liste düzenlemişler.
Kimdir o gazeteciler?
Bir başkasının adına “karar” verebilecek hakkı kendilerinde nasıl buluyorlar?
Gazeteciler adına karar verecek tüzel kişilikleri var mı?
Hepsinin yanıtı hayır…
Ben yaptım oldu, yerseniz mantığı…

Peki, neden böyle oldu, neden “yangından mal kaçırır” gibi isimler belirlendi?
Nedeni üç günlük dava sürecinde ortaya çıktı.
Açın gazeteleri, internet sitelerini hep aynı şeyi görüyorsunuz.
“Kötü kadınlar” ahtapot gibi sarmış ortalığı.
Kiminin adı “eskort”, kimin “fahişe” kiminin de tuzakçı…
Dosyalarda asıl neler var da, haberi olan varsa özür dilemeye hazırım.
Ama 3 gündür yazılanların “tamamı” zaten iddianamede var ve de okunan zaten o iddianame.
Ama iddianameyi okumaya “tenezzül” eden gazeteci olmadığı için şimdi çarşaf çarşaf başlık atıyorlar.
Eskort kızlar…

Belli ki bir internet sitesinden yararlanılarak yürütülen operasyonlar sonucunda “monte edilmiş” isimler tek tek toplanmış.
“Evet, ben kendi adıma fuhuş yaptım/yapıyorum” diyor birçoğu.
Diyor da, ardından da o meşhur “ama” kelimesini kullanıyor hepsi.
“Evet, ben kendi adıma fuhuş yaptım/yapıyorum ama ne müşterilerimin gerçek adını bilirim ne de onlar benim. Telefonla çağırırlar giderim. Bu davada bana adını okuduğunuz hiç kimseyi de tanımam, zaten hiç kimse de gerçek adını söylemez” diyor.
Gazetelerde “ama”dan öncesi var, sonrası yok.
“Evet, fuhuş yaptım/yapıyorum” diyenlerin hiç birinin davada sanık olan biriyle resmi, telefon kaydı, böyle bir örgütle bağlantısı yok.
Oysa gazetelerde manşet…
İddianameyi bile okuma zahmeti göstermeyen “özel seçilmiş” kurumların (kişileri ayırıyorum sonunda onlar emekçi, böyle bir kurguya girmezler diye düşünüyorum) neden duruşmaya alındığı nasıl da sırıtıyor değil mi?
Belli ki görevleri bu…

Örneğin sabahın kör karanlığında salonun karşısına gelip ellerinden geldiğince durumu “protesto” etmeye çalışan TGB’liler yok gazete satırlarında. (Bu arada uzun zamandır izlemediğim TGB’nin koordinasyonu, direnci ve tutumu karşısında şaşırmadım desem yalan olur. İyi organize olmuşlar. Hatta bir ara aklımdan “Ya TGB de olmasa” diye bile geçirdim)
Duruşma salonu kapısında iteklenen, kakılan avukatlar yok.
“Devletin verdiği” basın kartın olsa da “giremezsiniz” denilen “seçilememiş” gazeteciler yok.
Yok, yok, yok.
Kısacası kanun değil, resmen istisnalar kural haline dönüşmüş.
Tıpkı, “tutuksuz yargılanmak asıldır” cümlesinin ardından gelen “Ama kaçma şüphesi, delilleri karartma olasılığı varsa tutuklanır” istisnasının ardına sığınılarak onca aydının, gazetecinin, askerin hala zindanda tutulması gibi.

Bu bir “intkam alma” ya dönüşmüş adeta.
Bugün yargılayanların dünden “intikam alma” duygusuyla kanunların falan yerle bir edildiği acımasız bir “infaza” dönüştürülmüş durumda.
Göz gözü görmüyor ve aslında “hukuk” katlediliyor.
Dün başkasına, bugün başkasına, yarın belki de bize “gerekli olacak” hukuk katlediliyor.
İnsanlar “itibarsızlaştırılıyor” ve daha “karar” çıkmadan “mahkûm” oluyorlar.
En kötüsü buna “gazetecilik” de dâhil ediliyor, en çok da içimi bu acıtıyor…

BMC bilerek mi çıkmazda?

Asıl adıyla British Motor Corporation (Britanya Motor Kuruluşu) olan BMC, İzmir ve Türkiye’nin ve gündemine işçilerinin aylarca alamadıkları ücretleriyle geldi.
Bugün, yarın diye oyalanan emekçilerin, BMC’nin bağlı bulunduğu Çukurova Holding’in merkezi ve diğer şirketleri önünde yaptıkları eylemlerle haberdar olduğumuz hikâyesi aslında “çokuluslu bir denklemin” parçası.
BMC gerçekten iflas etti mi?
Yerel yönetimlerin toplu taşım araçları, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin “kirpi” olarak bilinen zırhlı araçlarını üreten ve pazar payı oldukça yüksek olan BMC’de aslında ne oluyor?
Emekçilerin dışındaki alacaklılar neden sessiz?
BMC’nin sahibi Çukurova Holding ve patronu Mehmet Emin Karamehmet neden açıklama yapmıyor?
BMC’nin hisselerine ve dolayısıyla Pazar payına sahip olmak isteyen yabancı sermaye kim?
Avrupalılar mı, Amerikalılar mı yoksa Araplar mı BMC’yi “ucuza” kapatma peşinde?
BMC’nin Suriye’deki iç savaş ve gelecekteki Ortadoğu coğrafyasında “askeri” alanda üstlenmesini istenilen rol ne?
Bu sorular daha da çoğaltılabilir, ama bir yerden de başlamak gerekir.
Gelin öyleyse hep birlikte “bir yerden” başlayalım…

YABANCIYLA BAŞLADI YÜZDE 100 TÜRK OLDU

1950’li yılların sonunda İngilizlerin “ortaklığı” ile işe başlayan BMC, 1964 yılında İzmir’de kuruldu.
Başlangıçta yüzde 74 olan yerli sermayesi, 1989 yılında yüzde 100 Türk sermayesine dönüştü.
Yıllar içinde çeşitli yabancı şirketlerle ortak üretim yapan BMC, 1996 yılında kendisine ait “profesyonel” markasını oluşturdu.
2004 yılından sonra başlattığı Ar-Ge çalışmalarıyla yeni modeller üretti ve askeri zırhlı araç üretiminde de çok önemli yol kattetti.
Türkiye içinde toplu taşım otobüslerinin yanı sıra askeri araçlarla da Pazar payını genişleterek “karlı” kuruluş olma özelliğini sürdürdü.
2010 yılından sonra “ekonomik” krize girdi ve geçtiğimiz yıl da “üretimini” durdurdu.
Şimdi sonunun ne olacağını bekliyor… (1)

PARALAR NEREYE GİTTİ?

Aslında BMC’de işler hiç de kötü gitmedi. Türkiye’nin büyükşehirlerinin çoğunda BMC’nin üretimi olan toplu taşım araçları kullanılıyordu.
Türk Silahlı Kuvvetleri’nin siparişleri ise kazancın balı kaymağı…
Bu kadar “iyi” giden işler, BMC’nin de sahibi olan Çukurova Holding ve patronu Mehmet Emin Karamehmet’in 2000’li yıllarda özellikle de Pamukbank ve Yapı Kredi Bankası üzerinden yaşadığı ekonomik krizler sonunda Turkcell üzerinde yaşanan “güç savaşı” ile BMC’yi de vurdu.
Yapılan tespitlere göre Karamehmet Turkcell’deki gücünü kaybetmemek için, BMC de dâhil olmak üzere pek çok şirketindeki nakdi Turkcell’de kullandı.
Ancak bu karar Turkcell’e yararken BMC’ye yaramadı.
Yan sanayi üreticileri, bayiler, fabrikada çalışanlar derken açık gittikçe büyüdü ve sonunda isyana dönüştü.
Bugün BMC’den alacaklı olan emekçilerin yanı sıra pek çok bayi ve yan sanayi üreticisini de iflas noktasına getirdi. Bir bölümü dava açarak BMC’nin iflasını isteyerek son noktayı koydu. (2)

SIRADAKİ BANKALAR SUSUYOR

BMC’nin hesaplanabilen toplam borcunun 400 ile 500 milyon TL olduğu söyleniyor.
Şimdi bilinen borçlarını sıralayalım:
İşçi-memur alacakları 13 milyon TL.
Akbank kullandırdığı krediler nedeniyle 30 milyon TL.
Alternatif Bank kullandırdığı krediler nedeniyle 20 milyon TL.
Diğer banka ve kredi kuruluşlarına olan toplam borçları 50 milyon TL.
Bilinen borçlarının toplamı 100 milyon TL’yi geçiyor.
Geri kalan borcun büyük bölümünün ise yan sanayi üreticileri, BMC bayileri, devlete olan vergi ve diğer borçları olduğu biliniyor.
Alacaklılarının büyük bölümünü oluşturanlar çoktan mahkemelerin yolunu tutmuşken “garip” bir tesadüf eseri Akbank ve Alternatif Bank her ne hikmetse “kanun” yolunu “şimdilik” kullanmıyor.
Bir kenarda olan biteni “seyretmeyi” uygun görüyorlar.
Gerçekten de “seyretmeyi” uygun mu görüyorlar?
Gelin, bir de işin bu tarafını kurcalayalım…

ALTERNATİF BANK KATAR’A, AKBANK SUUDİ’YE Mİ ÇALIŞIYOR?

Alternatif Bank, eski TUSİAD Başkanı olan Anadolu Holding’in patronu Tuncay Özilhan’a ait.
Özilhan, Alternatif Bank (ABank), Efes Pilsen, Anadolu Motor Üretim ve Pazarlama AŞ (HONDA), Çelik Motor Ticaret AŞ (KİA) ve Özilhan Sinai Yatırım AŞ’nin sahibi.
Türkiye’nin en karlı işlerini yapan Özilhan, birdenbire bunca karı paylaşmaya karar veriyor ve ABank’ın yüzde 75’ini Mart 2013’de Katarlı Commercial Bank of Qatar’a satmaya karar veriyor.
Anlaşmalar tamamlanıyor ve ABank Katarlılar’ın oluyor.
Doğal olarak ABank’ın BMC’den alacağı olan para da artık Katarlılar’ın…

Peki, kim bu Katarlılar?
Öncelikle doğal olarak Katar Emiri’nin akrabaları.
Hatta Katar’ın ilk özel bankasının kurucuları.
Hatta ABD’nin Ortadoğu’daki “en büyük” müttefikleri.
Hatta Suriye Devlet Başkanı Esad’ın Türkiye ile birlikte “en büyük” düşmanları. (3)
Kişilerle olduğu kadar, devlet ve hükümetlerle de iş yapıyorlar, kredi veriyorlar, projeleri destekliyorlar.
Günah sayıp faiz değil belki ama kar payı (!) alıyorlardır herhalde…
Türkiye’yi çok seviyorlar, hele Bodrum’a bayılıyorlar.
Tatil için kıyılarımızı, mavi denizimizi tercih ediyorlar.
Resmi ziyaretlerde bulunup Cumhurbaşkanımız, Başbakanımız ile görüşüp ekonomik alanda “yatırım” yapmak için can atıyorlar. (4)
Bu kadarla kalsalar iyi…

Şimdilerde bizim de baş düşmanımız olan Suriye’de rejimin ve Beşar Esad’ın değişmesi için ABD ile “sıkı” ilişki içinde Müslümanların “ölmesi” için ülkeye “gizli” yollardan silah bile sokuyorlar. (5)
Hatta o kadar ileri gidiyorlar ki New York Times Gazetesi CİA, Katar ve Türkiye tarafından gizli silah sevkiyatı için “üçgen” kurulduğunu yazsa da savaşa para yatırmaya azimle devam ediyorlar. (6)
Bütün bu gelişmelerde B Planı’nı da gözden geçirmeyi “ihmal” etmeyen Katar Emiri ve bankacı akrabaları, Türkiye’de banka alıp “sermaye” piyasası yoluyla “Yeni Ortadoğu” projesindeki konumlarını da güçlendiriyorlar. Fransız gazetecilerin yazdığı “Çelik Kasanın Sırları” isimli kitapta Katar, Suriye, ABD ve Türkiye denklemi ayrıntılarıyla anlatılıyor. (7)
Acaba diyorum, gazetelere bile yansıyan BMC’nin tekrar “üretime” geçmesi için “görüşmelerin” sürdürüldüğü Katarlı yatırımcılar, ABank’ı da satın alan Katarlılar olmasın? (8)

Şimdi gelelim BMC’den “alacaklı” olduğu halde sessizliğini koruyan bir diğer banka olan AKBANK’a.
Çoğumuzun bildiği gibi Akbank Sabancı ailesine ait olan Sabancı Holding’in kuruluşlarından biri.
Sabancı Holding’in de Akbank’ın yanı sıra pek çok alanda yatırımı var.
Bunlar biri de otomotiv endüstrisiydi.
Di diyorum, çünkü Sabancı Holding daha önce ortaklığını “parlatarak” anlattığı otomotiv alanındaki kuruluşu ToyotaSA’da bulunan yüzde 65’lik hissesini 85 milyon dolara elden çıkardı.
Kime?
Suudi Arabistan Merkezli ALJ Grup’a…
Bu satın almayla birlikte Orta Doğu, İngiltere, Orta Asya ve Çin’de faaliyet gösteren dünyanın en büyük Toyota bayiliği ALJ Grup’eline geçmiş oldu.
Sahibi kim?
Mohamed Abdul Latif Jameel…
Suudi Arabistan’ın en zenginleri arasında 10. sırada yer alıyor. (9)
Bu kadarla biter mi sizce?
Bence bitmez…
Daha önce bir biçimde “ikna” edilerek Akbank’a yüzde 20 “ortak” olan Amerikalı Citigroup, ani bir kararla ortaklıklarının “bir bölümünü” devretme kararı verdi.
Citigroup yüzde 10’dan fazla hissesini blok olarak sattı, ama kimse “alanın” kim olduğunu da bilmiyor. (10)
Sizce de Suudi sermayesi olabilir mi?

NEDEN BMC’Yİ İSTİYORLAR?

Peki, neden Katarlı ve Suudiler BMC’nin peşinde?
Çünkü BMC, hem yerel yönetimlere sağladığı toplu taşım, hem de TSK’ya sağladığı zırhlı araçlarla Ortadoğu ve Asya’nın en büyük “tedarikçisi” olma yolunda.
Yani hem şimdide pazarı hazır, hem de gelecekteki pazarları.
Kim istemez böyle bir altın yumurtlayan tavuğu?
Hele bir de Ortadoğu’da gelecekte “silaha” ve malzemeye yatırılacak paraları hesaplarsanız.
Alın size hazır fabrika, hazır isim, hazır pazar…
Hele bir de ucuza kapattınız mı?
Gelsin dolarlar, gelsin yeni savaşlar…

BMC KİME PEŞKEŞ ÇEKİLECEK?

Son on yılda Türkiye içinde yaşanan sermaye hareketlerine baktığımızda BMC’nin başına gelenlere aslında şaşırmamak gerek.
Mehmet Emin Karamehmet’in elinden alınmak istenen BMC’de yaşanacak olanları “uzak olmayan” bir tarihte hep birlikte yaşayıp göreceğiz elbette.
Bankalar, şirketler “el değiştirirken” olan hep “emekçilere” olmuştur.
Kapitalizmin “insanlık dışı” yüzüdür çünkü bu.
Evde çoluk çocuk açmış, kira ödenemiyormuş hiç umurlarında değildir.
Irkları, milletleri, dinleri de yoktur.
Ben yıllar içinde yaşanan sermaye geçişleri ve BMC’nin içine “düşürüldüğü” durumu kendimce özetlemeye çalıştım.
Katarlı, Suudi hiç fark etmiyor.
Suriye’de insanlar, üstelik de “Müslümanlar” ölüyormuş hiç umurlarında olmadığına vurgu yapmaya çalıştım.
Eksiği vardır fazlası yoktur…
Dilerim Türkiye’de BMC’de yaşanan acılara sivil toplumun, basının, bir kısım siyasilerin neden “sessiz” kaldığı konusunda kafanızda soru işaretleri oluşturabilmişimdir.
Ortadoğu’ya “barış” getireceğini söyleyen ABD, bu planın baş aktörüdür.
Şimdi hangi gazete yazsın, hangi televizyon kanalı anlatsın ki bunları?
Olan yüzde 100 Türk sermayeli BMC’ye, bir de onun “emekçilerine” olacak, gerisi boş.
Son bir söz de Mehmet Emin Karamehmet’e…
Belli ki paraya ihtiyacı var.
Hem de “çok” paraya.
Belki de emekçilerin “sokağa” dökülmesine bilerek sesiz kalıp “pazarlık” payını artırmaya çalışıyor.
Ne dersiniz?
Kapitalizm bu, olur mu olur…

(1) (http://www.bmc.com.tr/indexx.php?f=252f747537c23d566ab9ccaf75c35f69&sayfa_id=101&id=4398&l=1)
(2) (http://otoajanda.com/1629/bmcnin-en-buyuk-alacaklisi-otoajandaya-konustu/)
(3) (http://www.cbq.qa/EN/AboutUs/Pages/Board-of-directors.aspx)
(4) (http://www.milliyet.com.tr/katar-emiri-geldi—-anlasma-tamam/ekonomi/haberdetayarsiv/06.09.2010/1129722/default.htm)
(5) (http://www.ydh.com.tr/HD9568_katar-turkiye-uzerinden-suriyeye-silah-sokuyor.html)
(6) (http://www.yeniasya.com.tr/haber_detay2.asp?id=52410)
(7) (http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/goster/ShowNew.aspx?id=22945550)
(8) (http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/goster/ShowNew.aspx?id=22945550)
(9) (http://www.arabianbusiness.com/saudi-rich-list-2011-406534.html?view=profile&itemid=406485#.UVxO1jcy745)
(10) (http://www.finansglobal.com/bankacilik/citigroup-akbank-hisselerinin-satisina-basladi/)