Tartının adaleti

Yaşlı adamın eşi,
Evde tereyağı yapıyordu.
Kocası ise her gün,
Yakınlarındaki bakkala,
Tereyağları götürüp,
Satıyor ve geçiniyorlardı.

Bakkal adamın getirdiği,
Tereyağını hiç tartmıyordu.
Ancak bir gün “acaba” dedi.
Adam gittikten sonra,
Tereyağını tartıya koydu.

Bir kilogram yerine,
900 gramı görünce,
Çok öfkelendi.
“Yarın geldiğinde,
Bunun hesabını sorar,
Ve bundan sonra da,
Alışveriş yapmam” dedi.

Ertesi sabah yaşlı adam,
Elinde tereyağı içeriye girdi.
Bakkal sert bakışlarıyla,
“Artık bundan sonra,
Senden ve eşinden,
Tereyağı almayacağım” dedi.

Yaşlı adam üzülerek,
“Efendim bir yanlışım,
Bir hatam mı oldu?” dedi.

Bakkal sesini yükselterek,
“Efendi bana getirdiğin,
Tereyağını tarttım.
Bir kilo olması gerekirken,
Sadece 900 gram geldi.
Ayıp değil mi yaptığın” dedi.

Yaşlı adam utanarak,
Yüzü kızarmış şekilde,
Başını yere eğdi ve,
“Efendim bizim terazimiz yok.
Sizden bir kilo şeker almıştık.
Onu tartı olarak kullanıyoruz” dedi.

Öfkeden kızarmış bakkal,
Öylesine utandı ki,
Ne yapacağını şaşırdı.

Kıssadan hisse;
Böyledir işte dünya…
Kime ne ağırlıkta,
Kıymet verirsen,
Ancak o ağırlıkta,
Kıymet bulursun.

İlk gün: 6 şehit

Yeni hükumet kuruldu.
Gece yarısı başladı,
Sabah sivil plakalı gidildi.
Bir saat sonra ise,
002 plaka ile çıkıldı.

Bakın dünkü gazetelere,
Saray hükumeti diyen de,
Onarım hükumeti diyen de,
Başkanlık hükumeti diyen de,
Hiç konuşmayan da var…

Vakit nakittir diyerek,
İlk Bakanlar Kurulu’nu da,
KaçAkSaray’da topladı…
İlk önceliği nedir peki?

Düşük profilli, bıyıklı,
Yeni Başbakanımıza göre,
Hükumetin ilk önceliği,
Anayasa değişikliği ile,
Başkanlık sistemi olacakmış.

İyi fikir…
Zaten koskoca Türkiye’nin,
Bu ikisinden ötede,
Başkaca sorunu da yoktu…

Tam da öyle düşünürken,
Binali Yıldırım’ın hükumeti,
İlk gününe terör bölgesinden,
Altı şehit haberiyle başladı…

Van’ın Çaldıran ilçesi ile,
Ağrı Doğubeyazıt arasındaki
Tendürek bölgesinde,
Araçların yakıldığını haber alıp,
Olay yerine giden zırhlı araç,
Uzaktan kumandayla patlatılan,
Bombanın etkisiyle savruldu.
Ardından roketatarla saldırıldı.
Sonuç:
Bir binbaşının da bulunduğu
6 askerimiz şehit oldu…

Ama açıklamalara bakarsak,
Hükumetin terör önceliği,
İnsan hayatı önceliği yok.
Varsa yoksa sarayın keyfi…

Şaşırdık mı derseniz?
Ben hiç şaşırmadım…
Bilakis gerçeğin anlaşılması,
Niyetin çıkması açısından,
Önemli bir delil…

Şimdi sormazlar mı?
İlk hedefi Anayasa ile,
Başkanlık olan hükumet,
Terörü bitirebilir mi?

Bence ilk gününde 6 şehit,
Ve hala daha sessizlik,
Vurdumduymazlık varsa,
Hükumet olsa ne olmasa ne.
Mesele sarayın canı sıkılmasın…

Ayakta biat

Daha düne kadar,
En parlak, en başarılı,
En karizmatik Davutoğlu idi.
Gözden düştü, kayboldu…

Davutoğlu’nun seçildiği,
Kongreyi bir anımsayın…
Yağ, bal, şeker gidiyordu.
Sanki kurtarıcıydı memlekette.

Sonra bir ara sanırım,
Biat etmede sıkıntı yaşadı.
Tereddüt bile edilmeden,
Koltuktan aşağı atıldı…

Bir yıl önceki sahne,
Dün aynen tekrarlandı.
Giden ağam, gelen paşam.
Tek bir farkla ama;

Bir öncesinde hep birlikte,
Ayağa kalkıp saf tutup,
Liderin sözleri okunup,
Ayakta biat edilmemişti…

Bir düşünün bakalım,
Camiye girip oturdunuz,
Hoca Kuran’ı Kerim okuyor.
Ayağa kalkıyor musunuz?

Türkiye’de sadece ve sadece,
İstiklal Marşı okunurken,
Bir da mahkemedeyseniz,
Karar ve benzerinde,
Ayağa kalkıp dinlersiniz…

Daha döne kadar,
Davutoğlu’yu övenler,
Bugün bir şey olmamış gibi,
Binali Yıldırım’ı övüyorlar.

“Bir kez düşmeye gör” sözü,
Ete kemiğe bürünüyor adeta.
Herkes kuyruğa girmiş,
“Kral öldü, yaşasın kral” diye,
Vefasızlık örneği gösteriyor…

Yaşadıklarımız gösteriyor ki,
Saraya ayakta biat etmek,
Yeni dönemin geçerli kuralı,
İçselleştirilen ilkellik bu işte…

İşadamı, gazetecisi, parti üyesi,
Hepsi yeni güne hazırlanıyor.
Mümkünse dünden olmayan,
Dünden gelmeyen fotoğraflarla.

Tarihimizde yeni sayfa açıldı.
Bu sayfanın bilenen adı,
Ayak üstü biattır artık,
Gerisi de fasa fiso…

Ben de bilemedim

Küçük kasabanın birinde,
Caminin tam karşısında,
Arazisi olan adam,
Genelev inşa etmeye başlamış.

İmam ve cemaat ise,
Buna şiddetle itiraz etmişler.
Ancak mal sahibinin,
Kendi arazisi üzerine,
Nasıl bir iş yeri açacağına,
Yasal olarak karışamamışlar.

Tüm cemaatin tek yapabildiği,
İmamın öncülüğünde,
Genelev için her gün,
Sadece beddua etmekmiş.

İnşaat ilerlemiş,
Açılışına birkaç gün kala,
Her nasıl olduysa,
Şiddetli yıldırım düşmesiyle,
Genelev yerle bir olmuş.
Caminin cemaati olaydan,
Duydukları memnuniyeti,
Hiç de saklamamışlar.

Genelev sahibi adam,
Cami imamı ve cemaatin,
Direkt veya dolaylı olarak,
Hasardan sorumlu oldukları,
İddiasıyla dava açmış.

Cami imamı ve cemaat,
Yaptıkları savunmalarda
Bu konu ile ilgili olarak,
Sorumlu tutulmalarına,
Şiddetle itiraz etmişler…
Bu olayın dualarından,
Meydana gelmiş olmasını,
Kabul etmemişler…

İşlemler tamamlanıp,
Mahkeme günü geldiğinde,
Hakim dosyayı dikkatle,
İncelemiş ve taraflara dönüp:
“Bu konuda nasıl hüküm,
Verebileceğim bilmiyorum” demiş.

“Tutanaklara bakarsak,
Ortada tuhaf durum var.
Taraflardan birisi,
Duanın gücüne inanan,
Bir genelev sahibi.
Diğeri ise duanın gücüne,
Kesinlikle inanmayan,
Bir imam ve cemaati…”

Kıssadan hisse:
Günümüzde olduğu gibi,
Kimilerinin çıkarları için
Nasıl dindar gözüktükleri,
Kimi dindarların ise,
Çıkarları uğruna,
Dini nasıl inkar ettikleri,
Bu hikayede sabittir…

Gülseniz mi?
Ağlasanız mı?
Ben de bilemedim …

Vatan giderse

Bandırma Vapuru’nun kaptanı
İsmail Hakkı Durusu’dur.
Yaşlı ama kuvvetlidir.
Yolculuk uzun, yolcusu ağırdır.

Durusu o yolculuğu,
Heyecan içinde anlatır…

“Mustafa Kemal Paşa’yı
İlk defa görüyordum.
Üzerinde üniforması vardı.
Çok genç görünüyordu…

Samimi bir konuşması,
İnsanı tesiri altına alan,
Ses tonu ve tavrı vardı.
Artık geminin kaptanı,
Ben değilim, oydu…

Mümkün olduğu kadar,
Sahilden gitmenin imkanı,
Olup olmadığını sordu.
İlk defa Karadeniz’e çıkıyordum.

Samsun’a vardığımız zaman,
Mustafa Kemal Paşa’nın
Rotayı değiştirmekte,
Ne kadar isabet ettiğini anladık.
Bizi takibe çıkarılmış olan,
İngilizlerin torpidosu da
Bir saat sonra Samsun’aydı…”

Mustafa Kemal Paşa,
Samsun’da Badırlı Köyü’nde,
Türk çetelerle görüşmüş,
Onların Milli mücadeleye
Katılmaya ikna etmişti.

Köyün büyükleri,
O günlerin hatıralarını
Şöyle nakletmişler:

“Bir gün köye atla,
Yüksek rütbeli subaylar geldi.
İçlerinden birisi bize,
Mustafa Kemal Paşayı tanıttı.
Çanakkale’de ününü duymuştuk.

Hayranlıkla kendisini seyrettik.
Mavi mavi çakmak çakmak,
Gözlerinde umut vardı.

Kendisine kahve ikram ettik.
Karşı köylerde evler yanıyordu.
Devlet otoritesinin zayıflığı,
Hatta yokluğu sebebiyle,
Rum çeteler, mala, cana, ırza,
Namusa tasalluttan geri kalmıyordu.

Mustafa Kemal Paşa,
Evler hakkında bilgi istedi.
Anlattık, ağlamaklı oldu.
Konuşmalar sırasında,
Köyün ileri gelenlerinden,
Osman Ağa Gaziye dönerek,
‘Paşam, köyümüzü yıkacaklar.
Bize 8-10 jandarma verseniz de,
Köyümüzü koruyalım’ dedi.

Paşanın gözleri alevlendi,
Ve köylüye dönerek dedi ki;
“Mesele köyleri değil,
vatanı koruma meselesidir.
Anam var demeyeceksin,
Karım var demeyeceksin,
Çocuğum var demeyeceksin,
Vatanın imdadına koşacaksın.
Çünkü vatan elden giderse,
bunların hepsini kaybedersin…”