İtibarsızlaştırmak

Söylenmesi zor.
Kelime olarak da bize uygun değil zaten.
İngilizcesi prestige.
Bize uydurunca prestij.
Biraz türkçeye çevirsek haysiyet, saygınlık.

20 yüzyılın başında CIA keşfetti.
Orta Amerika’daki “hoşuna gitmeyen” devlet adamları hakkında
Televizyon gazete ne bulduysa kullandı.
Aşkları, eksiklikleri, zayıflıkları.
En iyi “çökertme” yöntemi idi.

Çok da başarılı oldular.
Onlarca adam, kadın, yaşlı ya da genç
Bu yeni dünya düzeni karşısında,
Sindiler, sustular ve vazgeçtiler…

21. yüzyıla geldik.
Bu CIA taktiği Ortadoğu ve Türkiye’de uygulanmaya kondu.
Kendileri gibi düşünmeyen herkesi “itibarsızlaştırmaya” başladılar.
Yargılamak gerekmiyordu.
Delil, hak, hukuk, adalete gerek yoktu.
Söylenti, dedikodu en iyi “yargı” yerine geçmişti bile.

Yaşanan iki örnek vereyim size.
Üçüncüsü de “çuvaldız” hikâyesi olsun hepimize.

Adalet Bakanlığı “adalet” dağıtır.
Savcısının hâkiminin, memurunun işi budur.
Bir gün adliyeye bir müfettiş gelir.
Asıl derdi “mevcuda uymayan” hâkimi/savcıyı “yola” getirmektir.
Kimden geldiği belli olmayan “şikâyet” üzerine harekete geçmiştir.
Önce “şatafata” ile adliyede bir odaya çöker.
Sonra tek tek insanları çağırarak sormaya başlar.
“Falanca hâkimin/savcının filanca avukatla gönül ilişkisi varmış, bilginiz nedir?”
Ya da konuyu değiştirir
“Falanca hâkimin/savcının kumar gibi kötü alışkanlıkları bulunmaktaymış, bilginiz nedir?”
İçeri girenler “bilgimiz yok” ya da “olmaz öyle şey çok namuslu insandır” dese de,
Rapor hazırlanıp “yok böyle bir şey” denilse de.
İfadeden çıkanlar birbirine “Bana aşk sordu, bana para sordu, bana kumar sordu” diye diye
Kısa sürede dedikodu çarkını döndürmeye başlar.
İşte size itibarsızlaştırma.
Bu kadar dedikodu.
Bu kadar söylentinin ardından,
“Mevcuda uymayan” hâkim/savcı tayinini istemek zorunda kalır.
Alın size adalet…

Ya da askersiniz.
Emrinizde yüzlerce subay/astsubay/erbaş/er bulunmaktadır.
İşinizin bütün “temeli” güven üzerine kurulmuştur.
Çünkü güvensizlik “ölüm” demektir.
Bir “isimsiz” ihbar mektubu yazılır.
Ya da “birinin” bilgisayarında elleriyle konulmuş gibi,
Dijital belgeler yakalanır, ortalık yerde.
Krokiler, çizgiler, kasetler saçılır.
Haftalarca hakkınızda “ajan” ya da “darbeci” suçlamasıyla
Gazetelerde boy boy resimleriniz, öyküleriniz yayınlanır.
“Ben orada değildim” dersiniz, dinlemezler.
“Bu imza bana ait değil” dersiniz incelemezler.
Haykırır, seslenirsiniz kimse duymaz.
Yargılanmanın sonunda “aklanmış” olsanız da,
Artık mesleğiniz bitmiştir.
Siz bitmişsinizdir.
Aklansanız bile hayatınız kararmıştır bir kere.

İki örnek bu ülkede son yıllarda sıkça yaşanıyor.
Birileri “itibarsızlaştırılıyor” gözlerimiz önünde.
İtibar, sokak aralarında doların kuruşu olan cente satılıyor.
Asker, hakim, gazeteci, hoca, sendikacı hiç fark etmiyor.

Gelelim işin çuvaldız kısmına.
İzmir Fuarı kapılarını açtı.
Her gün yeni bir etkinlik var.
Ama benim en çok dikkatimi çeken “özgür mikrofon” söyleşileri.
İstanbul medyasından kim varsa her gece İzmir’de.
Anlattıkları “yanlış/eksik” demiyorum ama,
Tek bir İzmirli gazeteci bulamamışlar söyleşecek.
Neden acaba?
Bizi bizden daha mı iyi tanıyorlar?
Yoksa;
İstanbullular getirilince,
İzmirli gazetecilere “siz itibarsızsınız” mı denilmeye çalışılıyor?
Ya da İzmir medyası “çantada keklik” mi acaba?

Ona da siz karar verin artık…

Yorum bırakın